Basın Açıklamaları
- Mehmet Akif GÖRDÜK
TEM-SEN’Lİ OLMAK
Biz kimiz?
TEM – SEN alanının biriciğidir.
TEM – SEN’li olmak gelecektir.
TEM – SEN’li olmak ayrıcalıktır.
TEM – SEN’li olmak sorumluluktur.
TEM – SEN’li olmak onurlu olmaktır.
TEM – SEN’li olmak samimi olmaktır.
TEM – SEN’li olmak liyakatli olmaktır.
TEM – SEN’li olmak hoşgörülü olmaktır.
TEM – SEN’li olmak sağduyulu olmaktır.
TEM – SEN’li olmak eleştirel düşünmektir.
TEM – SEN’li olmak iletişime açık olmaktır.
TEM – SEN’li olmak geleceğe ışık tutmaktır.
TEM – SEN’li olmak hayata değer katmaktır.
TEM – SEN’li olmak bir üsluptur, bir tarzdır.
TEM – SEN’li olmak omuz omuza vermektir.
TEM – SEN’li olmak geleceğe sahip çıkmaktır.
TEM – SEN’li olmak bir kültüre sahip çıkmaktır.
TEM – SEN’li olmak sürekli meşaleyi yakmaktır.
TEM – SEN’li olmak 30 yılın gururunu yaşmaktır.
TEM – SEN’li olmak haklı bir gururun timsali olmaktır.
TEM – SEN’li olmak zamanın müziğine kulak vermektir.
TEM – SEN’li olmak empati kurmak, ötekini dinlemektir.
TEM – SEN’li olmak göklerde kartalları gibi gururla uçmaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle, BİZ TEM – SEN’ LİYİZ.
TEM - SEN Yönetim Kurulu
- Dr. İlhami SARIÇAM - Genel Başkan
EĞİTİM MÜFETTİŞLERİNİN UZMANLIĞI
Osmanlı İmparatorluğu’nda başlayan zorunlu eğitim hizmetleri ile eğitim müfettişliği1 sisteminin var olması hemen hemen aynı döneme denk gelmektedir. Eğitim müfettişliğinin meslek olarak 1838 yılında “muin” ismiyle başladığı bilinmektedir. Eğitim müfettişliği, eğitim sistemi içerisinde farklı yasal düzenlemeler ile varlığını günümüze kadar kesintiye uğramdan sürdürmüştür. Eğitim müfettişliği, yaklaşık 199 yıllık bir kültüre ve geçmişe sahiptir. Milli Eğitim Bakanlığı düzeyinde kurulan rehberlik ve denetim siteminin köklerini de burada aramak gerekir. Eğitim müfettişliği hem Osmanlı İmparatorluğu hem de Cumhuriyet döneminde her zaman yasal düzenlemelerle varlığını devam ettirmiştir.
Eğitim müfettişliği, bazı dönemlerde çok önemli kırılmalar yaşamıştır. “Muin” isminin verilmesi, yönetmelikler çıkarılması, bakanlık müfettişleriyle zaman zaman birleştirilmesi, 10/6/1949 tarih ve 5442 Sayılı İl İdaresi Kanunu ile ortaöğretim kurumlarında rehberlik, denetim, inceleme ve soruşturma çalışmalarının verilmeye başlanması bunlardan bazılarıdır. Bu kırılma noktalarından belki de en önemlisinin İl İdaresi Kanunu kapsamında, mülki amirler tarafından eğitim müfettişlerine farklı kurumların ön inceleme ve inceleme/soruşturmalarının verilmesi olmuştur. Bu durum eğitim müfettişlerinin bir kariyer ve uzmanlık mesleği icra ettiklerini göstermektedir.
Mülki amirler (Vali), İl İdaresi Kanunu kapsamındaki yetkilerine bağlı olarak, İl düzeyindeki kurumlarda yapılan bazı ön inceleme ve inceleme/soruşturmaları eğitim müfettişleri aracılıyla yapma yoluna gitmişlerdir. Hatta eğitim müfettişlerinin görev alanı ilköğretim düzeyinde olmasına rağmen, diğer eğitim kurumlarının denetiminin de verildiği bilinmektedir. Eğitim müfettişleri bu görevleri özel valilik onayı ile yapmışlardır. Eğitim müfettişlerinin yapmış oldukları ön inceleme, inceleme/soruşturma ve denetim çalışmaları sonucunda hazırladıkları raporların tarafsız bir şekilde hazırlanması, kanunilik ilkesine uygun olması, mülki amirlerin daima takdirini kazanmıştır. Devam eden süreçte, eğitim müfettişlerinin oluşturduğu uzmanlığa dayalı güven, yeni görevler ve yeni çalışmalarla (ön inceleme gibi) daha da pekişmiştir. Bu bağlamda eğitim müfettişleri, ülke genelinde valilerin adeta eli kolu olmuşlardır. Eğitim müfettişlerinin valiler tarafından takdir edilen bu uzmanlığı, adeta barajda biriken su gibi Milli Eğitim Bakanlığı üst bürokrasine baskı yapmaya başlamıştır. Bu baskıya bağlı olarak, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesindeki merkez teşkilatı ile yurtdışı teşkilatı hariç olmak üzere, geriye kalan diğer tüm kurumlarının rehberlik, denetim, inceleme, soruşturma ve raporlama gibi çalışmalarını eğitim müfettişlerine de açmak zorunda kalmıştır.
Milli Eğitim Bakanlığı, 2011 yılından sonra eğitim müfettişlerinin uzmanlığını ve kariyer durumunu dikkate almak zorunda kalmış ve ikili sistem tartışması doğal olarak tekrar başlamıştır. Dönemin bakanına yapılan bir sunuda Bakanlık müfettişlerinin çalışmaları, uzmanlığı, kariyerleri ve bir yılda ürettikleri işler ile eğitim müfettişlerinin çalışmaları, kariyerleri ve bir yılda yaptıkları işler karşılaştırılmış ve eğitim müfettişlerinin hem kariyer ve mesleki uzmanlık noktasında daha ileride oldukları hem de oransal olarak rehberlik, denetim, inceleme ve soruşturma yapmış oldukları verilerle ortaya konulmuştur. Ayrıca iş ve işlemlerin yerinde yapılmasının daha ekonomik olduğu ifade edilmiştir. Bütün bu veriler ışığında yapılması gereken mesleki taassup içerisin de bulunmak değil, Türk milli eğitim sistemi için en uygun rehberlik ve denetim sisteminin nasıl kurgulanacağına yönelik birlikte çalışılması idi.
Diğer yandan yapılacak bu tartışmaların sonucunda, rehberlik ve denetim sistemi arayışı tüm paydaşların görüşleri alınarak sağlıklı bir zemine oturtulabilirdi. Fakat süreç 2014 yılından itibaren siyasi bir zemin üzerinden ilerleyince Türk milli eğitim sisteminin sigortası olan rehberlik ve denetim sistemi çok farklı bir şekilde amacı dışına savrularak yeni tartışmalara sahne olmuştur. Bu durum kendi içerisinde; hukuksuzluktan liyakatsizliğe, savurganlıktan ekonomikliğe, politize olmaktan kariyersizliğe, özlük haklardan statüye, mesleki vicdandan toplumsal vicdana kadar pek çok alanda yeni tartışma alanlarının oluşmasına sebep olmuştur.
Türk milli eğitim sisteminde “Rehberlik ve Denetim” 2011-2014-2016-2020 ve 2022 yıllarında olması gerekenin dışında uygulamalara gidilmiştir. Peki olması gereken nedir? Bu sorunun cevabı hem çok basit hem de çok kolaydır. Türk milli eğitim sisteminde çalışan tüm paydaşların temsilcilerinin katıldığı bir çalıştay düzenlenebilir. Çalıştaya rehberlik ve denetim sistemine yönelik yapılan yüksek lisans ve doktora tezleri, alanın akademisyenleri, farklı ülkeler için yapılan karşılaştırmalı araştırmalar vb katkı sağlayabilir. Böylece “Rehberlik ve Denetim Sistemi” sürdürülebilir, güvenli, verimli, etkili, hukuki ve adil olacak şekilde nasıl yeniden yapılandırabilir? Bu sorusunun cevabı yapılacak çalıştay ile hep birlikte bulunabilir.
Dr. İlhami SARIÇAM
Eğitim Müfettişi
TEM-SEN Genel Başkanı
- Zafer ÖZER - Eğitim Müfettişi
6 Temmuz 2021 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 78 Nolu Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle illerde yeniden eğitim müfettişi ve müfettiş yardımcısının istihdamı ile ilgili ilk çalışma başlatılmıştı. Bu düzenlemeye uygun olarak açılan ilan sonrası Üçyüz civarı müfettiş alımı yapılmasına rağmen, mali haklardaki mantık dışı düşüklük nedeniyle göreve başlamayan müfettişler olduğu, başlayanların da hayal kırıklığı ile karşılaştıkları tarafımızdan bizzat gözlenmişti.
Bir önceki düzenlemeyle (87 Nolu Kararname) yapılan değişiklik sonrası, “Milli Eğitim Bakanlığında Bakanlık Maarif Başmüfettişi ve Bakanlık Maarif Müfettişi kadrolarında bulunanlar, kadro dereceleriyle durumlarına uygun Başmüfettiş ve Müfettiş kadrolarına başkaca bir işleme gerek kalmaksızın atanmış, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte Milli Eğitim Bakanlığı taşra teşkilatında Maarif Müfettişi ve Maarif Müfettiş Yardımcısı kadrolarında bulunanlar, kadro dereceleriyle durumlarına uygun Eğitim Müfettişi ve Eğitim Müfettiş Yardımcısı kadrolarına başkaca bir işleme gerek kalmaksızın atanmışlardı.
En son olarak Milli Eğitim Bakanlığı Teftiş Kurulu Yönetmeliği, 11 Nisan 2023 tarihli ve 32160 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürüklüğe girdi. Konuyla temaslı olan kişiler rahatlıkla görecek ki, bu yönetmelikte dikkat çeken en önemli noktaların başında illerde görev yapan müfettişlere hiç atıf yapılmaması; yani 2012 yılı öncesindeki düzenlemelerde olduğu gibi. Bir diğer kritik nokta ise, söz konusu yönetmeliğin 40. Maddesi.
“Kurulda müfettiş unvanını kazandıktan sonra başka görevlere veya kurumlara atanan müfettişler, yazılı talepleri üzerine, durumları itibarıyla atanabilecekleri boş kadro bulunması koşuluyla mevzuatın öngördüğü usule göre yeniden müfettişliğe atanabilirler.”
Bu hüküm kısaca şu anlama geliyor. Kabaca son on yıl içinde yapılan (denetim sistemi, yapısal durum, istihdam ve buna bağlı nerdeyse beş isim/unvan değişimi, mahkeme süreçleri, yargısal bozmalar, vs.) her şeyden geri dönülerek on yıl önceki yapısal uygulamaya geri dönüldü.
Şimdi akıma gelen bazı soruları sormamda sanırım sakınca yoktur.
1- Mademki on yıl önceki hale geri dönülecekti de, son on yıl içinde yapılan bunca zahmete niçin girildi?
2- Burada oluşan zahmet öylesine sırdan bir zahmet olmasa gerek. Sistem açısından bakınınca, -aslında yapılan hiçbir şey doğru değilmiş, hata yapılmış, biz bu yanlıştan döndük anlamı taşır. Lakin burada yapılan hata kişi ya da tüzel kişilere ait bir hata değil ki… Kamusal bir hata. Burada oluşan kamu zararı için her hangi bir rücu işlemi yapılması gerekmiyor mu?
3- Bu zahmetin bir de hukuksal boyutu var. Alınan karar sonucu hazırlanan düzenleyici hükümler yargıya taşınmış ve yargı özellikle mülakatla müfettiş alım sürecini iptal etmişti. Lakin “Ortada hukuki imkânsızlık doğduğundan Danıştay İdare Dava Daireleri Kurulunun yeni kılavuz düzenleme yolundaki bozma kararının uygulama kabiliyetinin bulunmadığı yönünde" ki hüküm hukuki açıdan ne anlam taşıyor?
4- Asıl önemli olan ise, insan faktörü… Bu işin aktörü/muhatabı olan müfettişlik mesleğini icra eden müfettişlerin hukuki, mali ve duygusal kırılmaları ölçüme tabi tutuldu mu? Karar vericileri bir nebze olsun kendini ilde görev yapan ve mesleğini en güzel şekilde icra eden ve hatta kendini çok yönlü geliştiren bir müfettişin yerine koysun. Tüm bu olup bitenler öncelikle bir “insan” olarak senin için ne anlam ifade ediyor? Yapıp edilenlerin pasif faili olarak, bu yapılanlarda doğru olabilecek bir şey görebiliyor musun?
5- Tüm bu süreçler sonrasında son kırk yıldır, bilimsel, mantıklı ve çözüm odaklı çözümler sunulan eğitimde teftiş yapılanmasına dair öneriler dikkate alınmadıysa, hangi ölçü ve bilimsel verilere göre eski haline geri dönüş yapılma gereği duyuldu?
Hukuk devletlerinde “metafizik alan” ölçü olmasa da, bir hesap gününe inandığını iddia edenlere de şunu sormak gerek, -yapılanlarda hakikaten bir kul hakkı ihlali var mı? Varsa bu günahın altından kalkabilme imkânı var mı? Sağlık, esenlik ve hakça kalınız.
Zafer ÖZER-Eğitim Müfettişi
- Doğan CEYLAN
Hayatımızı derinden etkileyen bir deprem daha yaşadık. Yıkılan binalar, enkazların başında çaresizce bekleyen anneler, babalar, kardeşler; yürekleri ezen yardım çığlıkları; gözyaşlarını tutamayan, yollara düşen, yardım için seferber olan milyonlar; yıkıntılar arasında hayat kurtarmak için çırpınan insanlar, tükenen nefesler, kaybedilen yaşamlar… Beklenmedik zamanlarda ortaya çıkan umutlar, bir ses, bir hayat, tekbir ve kucaklaşan insanlar…
Millet olarak günlerdir ekran başındayız. Tüm televizyon kanalları ve sosyal medya paylaşımları deprem üzerinde yoğunlaştı. Herkes bir şeyler yapmak için çaba sarf ediyor. Bu arada biz yetişkinleri bile duygusal açıdan sarsan bu acı durumun çocuklara etkisi ve yapılması gerekenler üzerinde bazı değerlendirmeler gördüm. Bu değerlendirmelerde, çocukların yaşanan bu felaketten olumsuz şekilde etkinlenmemesi için deprem haberlerinin ve depreme ilişkin görüntülerin çocuklara izletilmemesi öneriliyordu. Böylece çocukların bir travma yaşamalarının önüne geçileceği iddia ediliyordu. Bu yaklaşımı doğru bulmadığım için bir yazı kaleme alma gereği duydum.
Ülkemizde milyonlarca insanı perişan eden bir felaket yaşanırken, binlerce yurttaşımız hayatını kaybederken, on binlerce insan yaralı haldeyken, aynı ülkede yaşayan bir çocuğun bu olanların dışında tutulması doğru bir yaklaşım değildir.
Çocuklarımız bu ülkenin birer ferdidir. Ülkenin sevincine, hüznüne yetişkinlerle birlikte iştirak etmelidirler. Bir çocuğun enkazdan kurtarılma heyecanını yaşamalı, ailesini kaybetmiş çaresiz bir anne ile birlikte gözyaşı dökmelidirler. Orada üzerine kıyafet dahi giyemeden binalardan çıktığı için soğukta titreyenlerin üşümesini hissetmelidirler. Gece soğuğunda yakılan cılız ateşlerin dumanları adeta gözlerini yaşartmalı, yeri geldiğinde ölenlere, yaralılara ağlamalı, yeri geldiğinde milletimizle birlikte kurtuluş mucizelerine tanıklık ederek mutlu olmalıdırlar.
Memleket kan ağlarken , psikolojisi bozulmasın diye kendi odasına gönderip eğlenceli bilgisayar oyunları oynatılan çocuklar bu milletin bir ferdi olabilirler mi? Büyüdükleri zaman böyle bir felaket yaşanırsa felaketzedelerin durumu umurlarında olur mu? Maddi olarak onlara destek olurlar mı? Yardım etmek için oraya koşarlar mı?
-Elbette hayır. Öyleyse çocukları koruma adına yapılan tavsiyelerin maksadı aştığı açıktır.
Biz, çocuklarımızı iyi birer insan olarak yetiştirmeyi arzularız. İyi bilinmelidir ki hiçbir hüzün yaşamamış, kimseye acımamış, başkalarının sevincini paylaşmamış, başkaları için göz yaşı dökmemiş biri yeterince insan olamamıştır.
Anne babalar ne yapmalı?
Anne-babalar, çocuğun mizacına göre hareket etmelidir. Bir çocuk depremde yaşananlardan çok fazla etkileniyorsa böyle çocukların duygusal açıdan yıpranmaması için teskin edilmesi ve deprem görüntülerinden uzak tutulması doğrudur ancak bana göre büyük bir çoğunluğu teşkil eden depremi umursamayan
çocuklar için farklı tutum sergilemek gerekir.
Çocuğunuz, depremi umursamıyorsa, orada yaşananlara üzülmüyorsa televizyonda gösterilen bir kurtarma operasyonunu izlemesi için onu siz çağırın. Gah enkazdan çıkan çocuğun yerine kendini koysun. Gah onu kurtaran bir yardımseverin. Gah maddi yardımda bulunan bir hayırseverin. Kurtarılan bir bebeği, kavuşan anneyle çocuğu görüp sevinsin. Ölüm haberlerini takip edip ölenlerin sayısı arttıkça hüzünlensin, bir yakını ölmüş gibi ağlasın. Biz bunları yaparsak yavrularımız insanlaşır. Duygusal açıdan gelişir, kemale erer. Ancak o zaman iyi bir insan yetiştirmiş oluruz.
Bir çocuk harçlığını depremzedelere yardım olarak gönderdi.
Bir çocuk, “biz de oradan bir aileyi misafir edelim mi diye annesine sordu.
Bir, çocuk en sevdiği oyuncağı, depremzede çocuklara gönderdi.
Bir çocuk, ben de büyüyünce böyle hayat kurtaracağım, dedi.
Onlar durumun farkında olan çocuklardı.
Kim böyle çocukları olsun istemez ki!
(Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Yüce Allah’tan rahmet, yaralı olanlara acil şifalar diliyorum. Rabbim tüm felaketlerden milletimizi korusun. )
Doğan Ceylan
Eğitim Müfettişi